Dünya, makro ölçekte yok denecek kadar küçük bir gök cismi. Bütün evreni Türkiye büyüklüğünde düşündüğümüzde gözlemlenebilir evrenin bir toplu iğne ucu kadar yer kapladığı söylenebilir. Gözlemlenebilir evreni dünya ölçeğine indirgediğimizde ise Dünyamız bu düzlemde bir atom çekirdeği kadar yer işgal ediyor. Bu muazzam büyüklükleri tahayyül ettiğimizde insanın hacmi hesaba bile katılmaz.
Bulunduğumuz noktadan uydumuz Ay’a kadar dahi gittiğimizde kurduğumuz onca dev yapılar, kentler, medeniyet simgeleri, koca koca şehirler yok olur. Yani insanlık olarak Ay’dan bile görünmeyi başarabilmiş değiliz. Yani tür olarak kendimizi haddinden çok fazla önemsediğimiz halde ölçeksel boyutta yok hükmündeyiz.
Fiziksel olarak evrende toz zerresi kadar hükmümüz olmasa da fikri ve manevi boyutta durum farklı. Bir çok inanışta insan, evrende özel bir yere sahiptir. Örneğin İslam’a göre insan eşref-i mahlukattır. Yani yaratılmışların en şereflisi. Bu açıdan bakıldığında iç dünyamız fiziksel çapımızın çok çok ötesinde geniş.
Felsefi düzlemde bu genişliğin ve önemli olma halinin kavrandığını görmek mümkün. Antik Yunan’da insanın “her şeyin ölçüsü” olarak görülmesi, bu önemin dışa vurumlarından yalnızca biri. Var olmanın düşünme koşuluna bağlı olduğunu savunan bir çok felsefeciye göre ise insanın aklının ve bilincinin olması, ahlak ve değer üretme yetisi, özgür iradeye sahip oluşu bu özel olma durumunun nedenleri arasında sayılabilir.
Hal böyleyken, fiziksel olarak bu kadar değersiz, manevi olarak bu kadar kıymetli olduğu halde insan, neden kendine değer katan yönünü görmezden gelip değersiz tarafını bu kadar önemseyebiliyor? Taş üzerine koyduğumuz taşlar değil ürettiğimiz fikirlerin değerli olduğunu ne zaman tam anlamıyla idrak edebileceğiz?
Bizi büyüten, bize fiziksel hiçliğimizi unutturup “her şeyin ölçüsü ya da yaratılanların en şereflisi” konumuna yükselten değerlere ve özelliklere hak ettiği kıymeti ne zaman vereceğiz? Fikirin fizikten daha müstesna olduğu gerçeğine göz yummak sahi bizlere ne kazandırıyor?
Tarih denilen evrende var olabilmenin yegane yolunun bu fikirsel hacmimizi yani maneviyatımızı geliştirmekten geçtiğini bir kavrayabilsek.
150 yıl sonra bugün şu minicik gezegenimizde bulunan bütün insanların ölmüş olacağını, sadece fikri dünyasını genişletmiş olanların varlıklarını sürdürebileceğini anlamak bir gereklilik. Fiziksel açıdan yok hükmünde olduğumuz şu dünyada fikirsel perspektiften bakıldığında da yok olmayı önemsemeyenler için ise durum farklı.